Türkiye’de İş Gücü ve Çalışma Hayatı

Bu sefer psikoloji filan yok. Gerek yok zaten. Hepimizin psikolojisi belli bu aralar… Bugün sadece veriler var. Gerisi aynı. Hissettiklerimiz ve hissedeceklerimiz çok büyük ihtimalle aynı kalacak.

Konu verilerden açılmışken, bazen yanlış mesleği mi seçtim diye soruyorum kendi kendime. Sayılarla, denklemlerle, problemlerle, analizlerle uğraşmaktan hep keyif aldım. Tam bir matematik delisiydim. Ortaokulda parlak zekamı (?) fark etmişler ve beni Tübitak’ın Matematik Olimpiyatları’na bile göndermişlerdi. Olimpiyat’ta tam hatırlamıyorum ama 20 soru varsa, ben 16’sını çözememiştim 🙂 Lisede de beni fen-matematiğe yönlendirdiler – çünkü o derslerde başarılıydım. Son sınıfta başka bir arkadaşımla kafa kafaya verip bölüm değiştirme cesareti bulmuştuk neyseki. Yine de sevgim hiç azalmadı. Ama işimi de sosyal bilimlerden seçtim.


İşte tam da bu noktayla alakalı bugünkü konu. Gençler, bilinçsiz tercihler ve yönlendirmeler, üniversiteler, çalışma alanları, işsizlikler…

Geçen haftalardan birinde katıldığım People Make The Brand Konferansı’nda Evrim Kuran’dan çok güzel bilgiler aldım. Güzel derken yanlış anlaşılmasın, çoğunluğu bizi üzen bilgilerdi aslında.

Oradan duyduklarımla kendi araştırma sonuçlarımı (OECD dataları, Türkiye İstatistik Kurumu, Universium araştırmaları, HBR 2016, farklı küçük anketler, gözlemler vs)  31.birleştirerek detaylı bir tablo oluşturmaya çalıştım sonuç olarak. Siyaseti kapsam dışı bırakıyorum.

Buyurun efendim…

Oldukça genç bir ülkeyiz bir kere. Ülke olarak ortalama yaşımız 31. Ama giderek yaşlanıyoruz. Genç nüfus azalırsa ekonomimiz etkilenir korkusuyla en az üç çocuk kampanyaları boşuna yapılmıyor tabii (!).

Ama biz daha yaşadığımız yoğunluktaki günümüz gençlerine iyi bir gelecek sunamıyoruz maalesef. Aslında fazlasıyla üniversitemiz var mesela.
1960’larda üniversite sayısı 10’u geçmiyordu. 1990’lara yaklaştığımızda bu sayı 30’a yaklaştı. Şu an tam olarak 181 üniversitemiz bulunmakta. Bunların yaklaşık %35’i vakıf üniversitesi. Evrim Kuran’ın dediği gibi, ‘bu kadar üniversiteyle paçalarımızdan bilim akması gerekiyor’ aslında.

7.8 milyon lisans öğrencisi var. Ne var ki şirketler hala aradıklarını bir türlü bulamıyor. O doğru potansiyeli binlerce başvuru arasından bir türlü seçemiyor.

Yani yüksek öğrenim gören kişi sayısı her geçen yıl artıyor.
Ama eğitime bağlı istihdam oranı sıralamasında neredeyse en alt sıradayız OECD sıralamasında.  Eğitim sayesinde artan kazanç diye de bir şey pek yok.

Gençler ne okulundan tatmin oluyor, ne işvereni tatmin edebiliyor. Bireysel çabalarla çok güzel yerlere gelen çok insan var evet, ama eldeki kaynakları doğru düzgün kullanamamaktan dolayı çok fazla kayıplar da oluyor.

OECD araştırmasına göre 15-29 yaş arası eğitim ya da iş hayatında olmayan gençler sıralamasında Türkiye olarak 1. sıradayız. Çalışma yaşında olan nüfusun %50’sinin paralı bir işi yok. Bir yıl veya daha uzun süredir işsiz olan ve iş arayanların oranı bu nüfusun %2’si. Uzun süreli işsizlik giderek artıyor.

Çalışan ve para kazanan nüfusa baktığımızda ise gelir eşitsizliği çok yüksek boyutlarda. Bu yıl yapılan ankette 36000 üniversite öğrencisine aylık maaş beklentileri sorulduğunda ise çıkan ortalama 3.00 TL. İlginç olan bu ortalama kadın bazlı bakıldığında 3319 TL oluyorken, erkeklerde 3825 TL oluyor. Bunu söylemek ne acıdır ki, gerçekte de zaten bu şekilde oluyor. Gelir eşitsizliğinin bir de cinsiyet boyutu var yani. İşsizlik oranı da kadınlarda daha fazla.

İşsizliği bir kenara bırakalım, çalışan kesimde de sorunlar var. Zira belirli süreli çalışma denilen bir şey var iş hayatında. Ve Türkiye’de bu oran giderek yükseliyor.

Tüm bunlardan dolayı (ve başka şeyler de var elbet şu ülkede), güvenlik duygusu doğal olarak çok düşük.

Hangi konuda güvenlik duygumuz tam ki diye sorası geliyor sonra insanın…